Sevgili okurlar,
Bilmem kaç kişisiniz benim kendi kendime yapıp ettiklerimi okuyan ama tumblr’a kayıtlı olarak takip edenlerin sayısı 56. Az mı? Hiç fena değil. Yani kime göre az kime göre çok değişir tabi ama ben şöyle düşünmeyi tercih ediyorum: eğer 56 kişiye aynı anda yemek yapmaya kalkışsam, evet bu sayı epey fazla gelir.
Ben bir süredir (yıllardır), eşe dosta sevdiklerime güzel yemekler yaparak hem kendimi hem yemeklerimi yiyenlerin beğenilerini tartmaya çalışıyorum. Daha önceki café-mutfak deneyimlerimde ve gastronomi eğitimlerimde, menüden sipariş üzerine, tanımadığım kişilere yiyecekler hazırlıyor ve bir çalışan olarak benim olmayan mekanlarda onları sunuyordum. Ancak tam olarak istediğim bu değildi.
Benim için kendi yerimi açmak, işletmek ve onu kentsel hayata katmak en büyük hayal, özellikle de her sabah sıcacık poğaçaların, simitlerin, briocheların, keklerin, kurabiyelerin çıktığı, taze çekilmiş kahvemin sokağın ta başından duyulduğu, kulaktan kulağa yayılarak zamanla müdavimlerinin oluştuğu, çok değil hayatımı idame ettirebileceğim kadar para kazanabildiğim mütevazi bir fırın.
Ancak bunun için azıcık daha zaman var. Kendime 2 yıl veriyorum. Açmak istediğim yerle ilgili tüm aklıma gelenleri şimdiden not etmeye başladım. Bilmediğim çok şey var ama bildiğim tek bir şey var, o da bana gelen kişileri iyi, sağlıklı ve lezzetli yemeklerle mutlu edebilmek. Ama bir yandan da yemeklerimizin kıymetini bilmek, üzerine düşünmek ve damak tadımızı geliştirmek.
Yemek hepimiz için bir mesele olmayabilir, kimimiz yemek için yaşarken kimimiz yaşamak için yer. Ancak değişmeyen şey şu ki hepimiz yemek yeriz. Bedenimize aldığımız maddelerle ilgili olarak düşünmek veya düşünmemek tamamen bize kalmış. Ben, yemek için yaşayanlardanım. Yemek benim hayatımın %92’sini oluşturuyor olabilir. Geri kalan kısım da zaruri şeyler diyelim.
Velhasılıkelam, ben dükkan açana kadar ne yapsam ne etsem de yeni insanlarla tanışmak, yemek konuşmak, yemek paylaşmak üzere harekete geçsem diye düşünürken, yüksek lisans tezim için kaynak olarak kullandığım bir Sinek Sekiz yayını (Slow Food Devrimi) sayesinde tanıştığım ve sonradan hayatıma renk katmaya devam ederek ailem kadar yakın hissettiğim canım arkadaşım İrem bana “e bizim dükkanda minik bi davet versene!” dedi.
Aaa önce bir şaşırdım, “olur mu ki” dedim, “neden olmasın ki” dedi. Yüzüm sevinçten şekil değiştirdi, “ee iyi madem yapalım!” dedim. Dedim ve derhal menü hazırlamaya başladım. Onu yaparız şunu ederiz masa örtüsü diktireyim, balon alalım, oydu şuydu derken adeta bir festivale dönüştü aklımdaki yemek daveti. Abartılacak bir durum söz konusu değil aslında ama özenmemem veya heyecanlanmamam için en ufak bir sebep de yok. Bu davetleri belli bir süre içinde tekrarlayabilecek duruma gelirsek, bir mekan sahibi olma hayallerimi erkene çekebilirim böylece.
Hayatımın en yaratıcı ve yüksek enerjili döneminde olduğumu biliyorum, hareket halinde olmam ve sürekli üretmem gerektiğini de. Bir fikir tomurcuğu olarak; sınır tanımayan doktorlar gibi ben de duvar tanımayan aşçılar federasyonu kurabilirim gibi geldi. Neden olmasın?
Demem o ki, en kısa zamanda Sinek Sekiz’de küçük bir davet verip sadece 10 kişiye (ve tabi bizden de bir 10 kişi, etti 20) yemek yapacağım. Menü ve ücret önceden belli olacak, alışverişi Kadıköy çarşıdan yapacağım ve yenilecek her şeyin tarifi yazılı olarak gelenlere verilecek. Aslında yapacağım yemekler tamamen doğaçlama olacak ama yine de tariflerini ölçülerine göre yazacağım.
Şimdilik belirli olan şeyler böyle. Zamansal olarak nisanın ilk haftasonunu yani 7’sini düşünüyoruz. Değişebilir de değişmeyebilir de, birkaç gün içinde netleşir ve Facebook/blog üzerinden de haberdar ederiz.
Eğer yemeklerimden tadacak 10 (şanslı :) kişiden biri olmak isterseniz, pazar gününe plan yapmayın derim ve mümkün olduğunca aç gelin. Parmaklarınızı yemeniz için elimden geleni yapacağım :)